Clara E. Mattei, Tulsa Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve Heterodoks Ekonomi Merkezi’nin direktörü olarak görev yapıyor.
Mattei, “The Capital Order: How Economists Invented Austerity and Paved the Way to Fascism” (Sermayenin Düzeni: Ekonomistler Kemer Sıkma Politikalarını Nasıl İcat Etti ve Faşizmin Yolunu Nasıl Hazırladı) adlı kitabıyla Amerikan Tarih Derneği’nin Herbert Baxter Adams Ödülü’ne layık görüldü. Kitap, kısa süre önce Brumaire Yayınevi tarafından Almanca olarak da yayımlandı.
Almanya’da yayımlanan Surplus dergisinde ekonomist ve redaktör olarak görev yapan Maxine Fowé’nin, Clara E. Mattei ile gerçekleştirdiği söyleşiyi Cengiz Onur’un çevirisiyle sizlere sunuyoruz.
Yüzyılı aşkın süredir hükümetler, kriz dönemlerinde kemer sıkma politikalarına başvuruyor. Ancak ekonomi profesörü Clara E. Mattei’ye göre bu politikaların, sanıldığı gibi mali ihtiyatla bir ilgisi yok. Bu söyleşide Mattei, kemer sıkmanın arkasındaki gerçek motivasyonu açıklıyor ve bu uygulamanın esasen işçi sınıfını disipline etmenin bir aracı olduğunu savunuyor.

“Kemer sıkma, devletin tek taraflı bir sınıf savaşıdır”
Özgürlükçü sağın yükselişiyle birlikte yeni bir kemer sıkma politikaları dalgası mı yaşıyoruz?
Önceki kemer sıkma dalgalarının hızlanmasını yaşıyoruz. Trump şu eğilime örnek teşkil ediyor: ABD’nin sosyal harcamalarını iki trilyon dolar azaltma planı, ülkede zaten yetersiz olan refah devletini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Kesintiler Medicaid, gıda kuponları (food stamps), devletin eğitim programları, çevre koruma önlemleri ve Çalışma Bakanlığı’nın çalışanlara yönelik mesleki eğitimini, güvenlik denetimleri ve yaptırımları gibi kamuya yönelik destek programlarını hedef alıyor. Aynı zamanda bu acımasız politika, zenginlere yönelik tahmini 4,5 trilyon dolarlık vergi indirimlerini finanse etmeyi amaçlıyor.
İtalya’da da Meloni ile aynı şey yaşanıyor. Kendisi yoksullar için hayati önem taşıyan destek programlarını (reddito di cittadinanza) kesti, sendikalara saldırdı, özelleştirmeleri hızlandırdı ve ağırlıklı olarak silahlanmaya yatırım yaptı.
Kemer sıkmanın mali ihtiyatlılıkla bir ilgisi yoktur, aksine kimin çoğunluğun sırtından zenginleşmesine izin verileceği sorusuyla ilgilidir. Bu, devletin tek taraflı bir sınıf savaşıdır ve düşük işgücü maliyetlerini ve hepsinden önemlisi insanların alternatifsizlikle karşı karşıya kalmalarını ve başka bir toplumsal düzen hayal edememelerini sağlar. Burada söz konusu olan durum, kârlar ve yatırımlar üzerindeki özel sektör kontrolünü korumak için işçiler üzerinde yapılan baskıdır.
Kemer sıkmanın sadece kötü bir ekonomi politikası olmadığını, ekonominin demokratikleşmesine karşı bilinçli olarak seçilmiş bir strateji olduğunu savunuyorsunuz.
Evet, kemer sıkma politikasını tartışırken sadece dar anlamda maliye politikası boyutuna bakmamalıyız. Bu nedenle Sermayenin Düzeni adlı kitabımda yaklaşık bir asır önce Avrupa’da ortaya çıkan “kemer sıkma üçlüsü”nden (mali, parasal, endüstriyel) bahsediyorum. Vergi ve para ile ilgili politikaların işgücü piyasalarını etkilediğini ve genellikle benim endüstriyel kemer sıkma dediğim şeyle bağlantılı olduğunu, bunun da işçiler üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu anlamamız gerekiyor.
Ne şekilde?
Örneğin vergi politikasının işgücü piyasası üzerinde dolaylı ama çok güçlü bir etkisi vardır. Çalışanlar için daha yüksek vergiler ile sermaye, temettü, faiz ve şirket kârları üzerindeki vergi indirimlerini eşzamanlı olarak düşünün. Zenginler daha da zenginleşirken, devlet çalışan insanların piyasaya olan bağımlılığını arttırıyor. Daha fazla paraya ihtiyacımız olduğu için bulabildiğimiz her işi kabul etmeye daha istekli oluyoruz. Aynı durum, eğitim ve diğer temel ihtiyaçlar hak olmaktan çıkıp meta haline geldiğinde de geçerlidir: Özelleştirmenin yanı sıra sosyal yardımların kaldırılması, insanları ücretli işe ve özel piyasalara daha da bağımlı hale getiriyor.
Merkez bankaları bu konuda nasıl bir rol oynuyor?
Merkez bankaları parasal kemer sıkma önlemlerini uygulayan ana aktörlerdir ve bu da işgücü piyasası üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Kurumsal bağımsızlıkları, Federal Rezerv Bankası (Fed) veya Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) enflasyonu hedefe almasına olanak tanır, bu da sonuçta “sömürü oranını” etkileyebilecekleri anlamına gelir - bu da aslında GSYİH’den (Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla) karlara giden pay ile ücretlere giden payın karşılaştırılmasıyla ölçülebilir.
“Sağcı hükümetler korku ve hayal kırıklığından yararlanır”
Kemer sıkma politikaları aynı zamanda (örgütlü) işçilere yönelik doğrudan saldırıları da içerir.
Evet, mali ve parasal tedbirler genellikle doğrudan işçileri hedef alan sanayi politikalarıyla birleştirilir. Örneğin bu, işgücü piyasasının daha da kuralsızlaştırılmasını, sendikaların zayıflatılmasını ve güvencesiz çalışma koşullarının sürdürülmesini içerir. Örneğin, İtalya’da sendikalı işçiler bile genellikle kısmen açlık sınırında ücretler içeren toplu sözleşmelere sahiptirler. ABD’de evsiz barksız olanların yarısı çalışmaktadır. Bunlar, ücretleri başlarını sokacak bir çatıya bile yetmeyen, Çalışan Yoksullar (Working Poor) olarak tanımlananlardır. Eğer arkadaşlarının ve akrabalarının yanında kalan insanları da dahil ederseniz, istatistikler daha da kötüleşiyor. Bu tür berbat yetersizlikler, ilgili hükümetlerin çalışma politikalarıyla bağlantılıdır - ve Trump şu anda açıkça ve özellikle sendikalara saldırmaktadır.
Bazıları, iyi ve yaşanabilir ücretlerin işletmelerin de çıkarına olduğunu, çünkü genel talebi ve dolayısıyla bir bütün olarak ekonomiyi harekete geçirdiğini savunuyor.
Trump ve Musk gibi politikacılar ve girişimciler, kendi çıkarlarını korumak için işçileri kontrol etmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Öte yandan pek çok ekonomist, sınıf çatışmalarının ekonomik gelişmeleri nasıl etkilediğini çoğu zaman fark edemiyor.
Yalnızca toplam talep veya çıktıya odaklanan makroekonomistler genellikle ekonomiyi teknik düzeltmelerle ince ayar yapılabilecek bir makine olarak görüyorlar. Bunu yaparken, ekonominin doğası gereği siyasi olan toplumsal üretim ilişkilerine dayandığı gerçeğini göz ardı ediyorlar. Bu siyasi boyutun göz ardı edilmesi, önemli ödünleşimleri gizler; gerçi düşük ücretler satın alma gücünü zayıflatır -ki bu da aşırı üretimi ya da belirli hammaddelere yönelik yetersiz talep sorununu daha da kötüleştirebilir-, fakat aynı zamanda işçilerin uyumlu kalmasını da sağlar. Ve bazı durumlarda işsizlik şirket kârlarını azaltabilir, ancak aynı zamanda sınıf dengesinin sermaye lehine korunmasına da yardımcı olur.
Kemer sıkma politikaları Almanya’da AfD ya da ABD’de Trumpizm gibi sağcı güçlerin yükselişine katkıda bulundu mu?
Kemer sıkma politikaları genel olarak insanları zayıflatıyor ve onları toplumdaki en zayıfları günah keçisi ilan etmeye itiyor. İşçileri böler, ırkçılığı körükler ve çalışan insanları birbirine düşürür. Bu durum egemen sınıfın işine gelir, çünkü işçilerin birleşmesini engeller. Sağcı hükümetler korku ve hayal kırıklığından yararlanır. Ve iktidara gelir gelmez kemer sıkma önlemlerini daha da sıkılaştırırlar. Egemen ekonomik ideolojinin gücü o kadar güçlü ki, birçok insan Trump’ın kendi çıkarlarını temsil edebilecek “başarılı bir iş insanı” olduğuna inanmaya devam ediyor – kendisinin uyguladığı politika yoksullar için yıkıcı olsa bile.
“Yoksullara ve işçi sınıfına karşı bir savaş”
Biden’in sanayi politikası üzerinden ve koronavirüs pandemisinin ardından Almanya’daki Trafik Işığı koalisyonu tarafından milyarlık euro paketler aracılığıyla birçok kamu yatırımı gerçekleştirildi. Sizce bu neden hala kemer sıkma politikasıdır?
Mesele sadece devletin para harcayıp harcamaması değil, neye ve nasıl harcadığıdır. Burada konu, paranın nereye gideceğine karar vermekle ilgili. Örneğin, Biden döneminde devlet, varlık yöneticilerini sübvanse etti, onlar için riskleri azalttı ve örneğin çevre sektöründe teşvikler yarattı, ancak aynı zamanda sosyal harcamalara net bir sınır konuldu - özellikle de görevdeki ilk yılından sonra.
2021 ve 2023 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde çocuk yoksulluğu üç katına çıktı. Bugün ABD’de her altı çocuktan birinden fazlası mutlak yoksulluk içinde yaşıyor, bunun nedeni büyük ölçüde Kongre’nin yoksullara yönelik Covid-19 yardım programlarını, özellikle de vergi indirimi programını uzatmamış olması. Bu arada, Fed’in faiz oranlarını sert bir şekilde artıran parasal kemer sıkma politikası, işçilerin pazarlık yapma gücünü zayıflattı. Bu, sözde “aşırı sıkı bir işgücü piyasasına”, yani işçiler için güya çok elverişli olduğu varsayılan bir işgücü piyasasına karşı bir tepkidir.
2022 ilkbahar/yaz döneminde yaklaşık 50 milyon kişi gönüllü olarak işinden ayrılmıştır. Çok sayıda insan, neredeyse yarım milyon işçi, grevlere katıldı. Bu rakam 1980’lerin başından bu yana görülen en yüksek rakamdı. İşçiler daha yüksek ücretler ve sosyal haklar için verdiği mücadeleyi açıkça kazanmak üzereydi.
Sizin gözünüzde Biden ve Trump’ın kemer sıkma politikaları arasındaki fark nedir?
Yeni Trump yönetimi, yeni bir kemer sıkma dönemi başlattı: Mali kriz gibi bir olay olmaksızın kemer sıkma politikaları izliyor. Bunu yaparken Trump, kemer sıkma politikaları için her zaman bir yalan olan bahaneyi ortadan kaldırdı. Artık “Başa çıkmamız gereken bir mali kriz var, bu nedenle bütçe denkleştirilmeli” şeklinde bir bahane yok. Bugün açıkça yoksulları cezalandırmak ve kaynakları, sermaye kazançlarıyla zenginleşen toplumun yüzde 1’lik kesimine aktarmak söz konusu. Bu, doğrudan yoksullara ve işçi sınıfına karşı yürütülen bir savaştır. Trump’ın ikiyüzlülüğü ortadan kaldırdığını ve kemer sıkma mantığını açık ve net bir şekilde sürdürdüğünü söylemek inkâr edilemez.
Biden başlangıçta sosyal politika önlemleri vaat etmişti, ancak bu vaatlerini büyük ölçüde tutamadı. Hızla tipik kemer sıkma politikalarına geri döndü. Biden başkanlığı sırasında askeri harcamalarda yeni bir rekor kırdı: 916 milyar dolar. Bu, ABD tarihinde bugüne kadar ulaşılan en yüksek miktardır. Hükümeti, diğerlerinin yanı sıra Avrupa’nın da yaptığını yapmaya karar verdi: Askeri-endüstriyel komplekse büyük yatırımlar yapmak ve savunma şirketleri için benzeri görülmemiş kârları garanti etmek. Silah şirketleri Raytheon Technologies ve Lockheed Martin’in hisse fiyatları Ekim 2023 ile Ekim 2024 arasında sırasıyla neredeyse yüzde 50 ve yüzde 75’ten fazla arttı. Bu şirketlerin silahları Filistin halkının acımasızca katledilmesine olanak sağlamış ve sağlamaya devam ederken, aynı zamanda ABD’nin sosyal altyapısı da çökmektedir.
Almanya’daki yeni koalisyon hükümeti GSYİH’nin yüzde 1’ini aşan savunma harcamalarını borç freninden muaf tuttu ve 100 milyarı iklimin korunması için harcanmak üzere, 500 milyar euroluk bir altyapı paketini devreye soktu. Sizce bu hâlâ kemer sıkma politikası mı?
Orduya yatırılan milyarlar hala kemer sıkma önlemleridir, çünkü işçileri doğrudan güçlendiren bir durum söz konusu değildir. Askeri-endüstriyel kompleks için ayrılan fonlar, sınıf ilişkilerini değiştirmeden ekonomiyi canlandırmanın bir yoludur. Buna karşı sosyal harcamalar işçileri güçlendirebilir.
Bu anlamda, Almanya’da silahlanma harcamaları üzerindeki borç freninin sona ermesi kemer sıkma ile eşdeğerdir. Bu bir kısır döngüdür: Ordu için yeni borç almak, daha sonra sosyal yardımlarda daha fazla kesinti için bir bahane olarak kullanılacaktır.
Almanya’nın (ve bir bütün olarak Avrupa’nın) silahlanma uğruna borç kurallarını askıya almaya istekli olması, kemer sıkmanın salt teknik bir gereklilikten daha fazla derin bir siyasi karar olduğunu göstermektedir.
“Asıl soru, etkili örgütlenmenin ve katılımın nasıl sağlanacağı”
Tarihe bir göz atalım: Küresel Kuzey’de kapitalizmin altın çağı olarak adlandırılan dönemde ücretlerdeki artışı nasıl açıklıyorsunuz?
Bu konuda koca bir kitap yazmanız gerekir - şu anda bunun üzerinde çalışıyorum. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle de Kore Savaşı’ndan sonra, ABD’de kamu harcamalarının çoğu refah devletine değil, ulusal savunmaya gitti. Bu durum o kadar ileri gitti ki Tim Barker gibi akademisyenler “refah devleti” yerine “savaş devleti”nden bahseder oldular. Askeri Keynesçilik, gerçi geçmişte büyümeyi artırdı, ancak gücün işçilerden yana çok fazla yeniden dağıtımını sağlamadı. “Altın çağ” olarak adlandırılan dönemde ABD’nin üretken endüstrilere yaptığı kapsamlı teknolojik yatırımlar sayesinde artan üretkenlik, şirket kârlarını azaltmadan ücretlerin artırılmasını mümkün kılmıştır.
Küresel Kuzey’deki çoğunluk toplumunun ücretlerindeki artış, ABD’deki siyah nüfusun ve Küresel Güney’in sömürülmesinden de kaynaklanıyordu.
ABD’deki beyaz işçiler için görece ayrıcalıklı koşullar, ülke içindeki ırk ayrımcılığına ve ABD’nin Latin Amerika ve Küresel Güney’deki diğer ülkelerin ucuz hammadde ihraç edip Batılı nihai ürünleri ithal etmeleri için baskı yapabilmesine dayanıyordu. Bu durum, Küresel Güney’in sözde az gelişmişliğini desteklemiş ve Küresel Kuzey’in ticari hegemonyasını güvence altına almıştır.
1920’lerde İngiltere ve İtalya üzerine yaptığınız araştırma, kemer sıkma politikalarının konsey hareketine bir tepki olarak uygulamaya konulduğunu gösteriyor. Bu protestolar kapitalist düzen için neden bu kadar tehlikeliydi?
Temel talepleri, sömürü ilişkilerinin bertaraf edilmesiydi; başka bir deyişle, kapitalizmin kalbinde yer alan ücret bağımlılığının üstesinden gelmekti. Ekonomik demokrasi istiyorlardı: İtalya’da işçiler fabrika konseylerinde örgütlendiler ve fabrikaları işgal ettiler; İngiltere’de büyük ölçekli sanayinin işçilerin özyönetimi altında kamulaştırılmasını talep eden Sankey Komitesi, ayrıca lonca sosyalizmi ve diğer kooperatifsel deneyler mevcuttu. Bu hareketler, üretimin kâr güdüsünün ötesinde demokratik bir şekilde örgütlenebileceğini gösteriyordu.
Hangi çağdaş toplumsal hareketler kemer sıkma politikalarına karşı umut verici bir alternatifi deniyor?
Ekonomik sistemimizin ebedi olmadığını ve sıradan insanların bunu değiştirebileceğini fark etmek cesaretlendirici ve moral verici. Brezilya’da yaklaşık 1,5 milyon kişiden oluşan MST (Movimento dos Trabalhadores Rurais Sem Terra/Topraksız İşçiler Hareketi) buna iyi bir örnek. Bu insanlar az kullanılan (kamu ya da özel) arazilere sahip çıkıyor ve buralarda kooperatifler, demokratik üretim tesisleri kuruyorlar. Bunlar bugün Latin Amerika’nın en büyük organik pirinç ihracatçısı konumundalar. Bunlar, Permakültür, ağaçlandırma, sürdürülebilir tarım ve ayrıca dayanışma ekonomisine katkıda bulunabilecek yazılım alanlarındaki gelişmeleri güçlendirmek için dayanışmacı akademisyenler ve mühendislerle birlikte çalışıyorlar.
Ders verdiğim Tulsa, Oklahoma gibi yerlerde de çok sayıda tabandan gelen dayanışma görüyorum. Heterodoks Ekonomi Merkezi (CHE) ile bu farklı güçleri birleştirmek ve sınıf bilincini güçlendirmek için bir Topluluk ve İşçi Merkezi (Community and Worker Center) yaratmaya çalışıyoruz. Halka açık konferans serileri düzenliyor, “normal insanları” akademisyenlerle tartışmaya davet ediyor ve böylece teori ile yaşanmış gündelik deneyim arasında bir köprü kuruyoruz. Görünen o ki insanlar angaje olmak istiyor, ancak asıl soru etkili örgütlenmenin, gerçek katılımın ve hassasiyet yaratmanın nasıl sağlanacağı.

Meksika’da ilerici Başkan Claudia Sheinbaum yüksek gıda fiyatları ve kiralara karşı bir politika uyguluyor. Bu da başka bir örnek mi?
Kapitalist olan bir devlet konusunda şüpheci olmalıyız, ancak hükümetlerin doğrudan kapitalist çıkarlara ters düşen önlemler aldığı durumlar da olabilir. Bunlar örneğin fiyat kontrolleri - şirketlere tüm maliyet artışlarını tüketicilere yansıtamayacaklarını ve ahlaksızca kâr marjlarından yararlanamayacaklarını söylemek - ya da Başkan Claudia Sheinbaum yönetimindeki Meksika’da olduğu gibi sosyal reformlar olabilir. Sheinbaum daha önce Mexico City Belediye Başkanı olarak görev yaptığı dönemde konut inşasında önemli reformlar başlatmış ve sosyal konut yatırımlarının yardımıyla marjinal mahalleleri daha iyi entegre etmiştir. Şimdi bu yaklaşımı tüm ülkeye yayıyor.
Ancak bu tür önlemler yatırımcıların tepkisini çekiyor. Bu baskıyla başa çıkabilmeniz gerekiyor ve bu da halkın güçlü desteğini gerektiriyor. Bunun için de sadece bölüşümün değil, üretim ilişkilerinin kendisinin de daha derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Evet, devletler ekonomik ve demokratik yeniden dağıtımı sağlayabilir, ancak sadece yukarıdan aşağıya doğru hareket edemezler. Ekonomik reformları mümkün kılmak ve sonra da sürdürmek için aşağıdan gelen baskıya ihtiyaç vardır. Geçmişte, sosyalist devletlerden yerel deneylere kadar alternatiflerin varlığı, kapitalist güçleri defalarca belirli sosyal iyileştirmelerden taviz vermeye yöneltmiştir. Bu nedenle insanlar, ekonomik sistemimizin değişmez değil, şekillendirilebilir ve siyasi olarak değiştirilebilir olduğunu her zaman hatırlamalıdır.
(CO/VC)